XIII. yüzyıl ortalarında Eyyûbîler, Yedinci Haçlı Seferi ve yaklaşan Moğol istilası nedeniyle derin yaralar alarak yıkılmaya yüz tutuyor, onların boş
bıraktığı bu alanı da Memlükler ve onların büyük lideri Baybars dolduruyordu. Nureddin Zengî Bakîa’da, Selahaddin Remle’de Haçlılara mağlup
olup canlarını zor kurtarırken, namağlup Baybars, hem Moğollar hem de Haçlılara karşı büyük zaferler kazanıyordu. Selahaddin’in dahi Hıttîn
sonrası ele geçiremediği kaleleri fetheden Baybars, Fırat Nehri’ni geçen Moğollar’ı sadece Mısır’dan çıkarak kaçırabiliyordu. Tarihte kendi
topraklarından uzaklarda mücadele eden pek çok sultan ve kral büyük mağlubiyetler yaşarken, Baybars, Kilikya Ermenilerine ait sarp geçitler ve
tuzaklarla dolu bir coğrafyadan başarı ile ordusunu geçirip, Elbistan Ovası’nda büyük bir zafer kazanabiliyordu. Mısır’daki sarayında Altın Orda
hanlarının elçilerinden Bizans delegelerine, Sicilya’da hüküm süren Manfred ve ardılı Charles de Anjou’dan Gürcü heyetlerine kadar pek çok elçilik
heyetini ağırlayan Baybars, bu konuda da ne kadar maharetli olduğunu ortaya koyuyordu. Bu başarılı dış politika sayesinde Sekizinci Haçlı
Seferi’nin yönünü Tunus’a çevirebiliyor, Nûbe topraklarında, Berkâ çöllerinde dahi saygı ile kendisine tabi olunuyordu. Sivas esir pazarında satılıp
Mısır’a getirilen bu müstesna şahsiyet, tarihin akışını değiştirip İslâm âleminin geniş bir nefes almasına, kazandığı zaferlerle tüm Müslümanların
bayram yapmasına vesile oluyordu. Baybars, 1268’de son verdiği Antakya Haçlı Prinkepsliği ile Urfa’yı 1144’te ele geçiren İmâdüddin Zengî’ye,
Suriye ile Mısır’ı birleştirirken Nureddin’e ve kazandığı zaferler yanında, bazı düşmanlarına karşı dahi gösterdiği alicenaplıkla da Selahaddin’e
benziyordu. Köle kökenli olmasına rağmen O, İslâm’ın en muzaffer kılıçlarından birisi ve en yetenekli liderlerinden idi.