Bu kuşlar başka, dedi. Sonra önüme mendile sarılı minik bir bohça bıraktı. Beyaz renkli, çiçek motifli bezi açtım. Fotoğraflar, bir iki mektup kâğıdı ve zarf, yıpranmış bir kâğıda yazılmış adres ve telefon bilgileri çıktı içinden. Adam konuşmuyor, dışarıyı izlemeye devam ediyordu. Sırayla fotoğraflara bakmaya başladım. Biri düğün resmi. Renkler solmuş. Güzel bir gelinin elini tutuyordu adam. Kafamı kaldırınca onunla göz göze geldik. Yutkundu ve başını çevirdi. Bir yudum daha çay içip diğer fotoğrafı aldım. Bu kare de bir parkta çekilmiş. Aynı adam ve güzel gelin, önlerinde şeker yalayan iki çocukla. Elim çay bardağına uzandı, çayı yudumlayamadım. İkimiz de kuşlara baktık.
Zakire Armağan insana dair hâlleri, arafta kalmışlığı anlatıyor öykülerinde. Kahramanları yeniden besmele çekip sıfırdan başlarken ince bir mizah göze batıyor. Kurguladığı öykülerde eller, ayaklar, kuşlar ve insanlar karışıyor birbirine, ayırt edemiyoruz. Bir tarafta cehennem, şeytan ve günahlar. Diğer yanda masum kalabilen, kalmaya çalışan insan ve onun bir başınalığı. İnsan en çok hafızasından şikâyet eder. Zihnini zorlar her şeyi hatırlamak için. Günahlarını, sevaplarını, geride kalanları. Hatırlamanın ne büyük ceza olduğunu anladığımızda “Unuturuz Belki.”