Oltalar vardı elimizde, yan yanaydık, bizim evin balkonunda. Oltaları her sabah bahçeye sakince salardık. Akşama kadar, elli santimlik cetveli yan yatırsanız ne kadar olursa işte o kadar gözüken Marmara Denizi’ne bakardık. Oradan korkulu bir maket gibi de bize bakardı Haydarpaşa, o bir dilimlik denizin göbeğinden. Balkona çıkardık, büyürdü ev, baktığımız yer bizim olurdu.
Ahmet Akarsu oltasını öykü denizine atmaya devam ediyor. Şiir kadar derin, ritmik ve sarmalayan lezzetli bir anlatımla çekiyor bizi dünyasına. Kahramanları bir şairin kaleminden yeni çıkmış -belki de çıkmamış- gibi dağa, sincaba, çileğe dönüşüyor. Kahverengi, yavruağzı, turuncu, buz mavisi, yeşil, gri, krem, mor, mor ve koyu mor öyküler. Sonra güneşle birlikte aydınlatan, ıslatan, serinleten, tekrar kararan bir döngü. “Sırılsıklam bir siyah kadar kara.” Renklerle bir alıp veremediği var şairin. Evet şairin dedik, farkındayız bunun. Akarsu şiirden nesre akıp gidiyor çünkü.