Uzun bir müddet görmedim onu. Mevsimleri devirdim. Şehirlerde deliler aradım. Hakkında düşünmeyi bırakmıştım. Çünkü Mustafalar karışmıştı zihnimde. Sonra bir ağacın altında rastladım ona, değneğini yanına uzatmış, ayaklarını güneşe vermiş, benleriyle uyumaktaydı. Dünyada en aptalca şey akıllı olmak, dedim onu görünce. Kaç kişi bir ağacın gölgesinde korkusuzca uyuyabilir? Doğar doğmaz, akıllı yavrum, diye sevilenler sıradan şeyleri yapmayı, diğerlerine benzemeyi istemezler. Koştururlar biraz daha akıllı olmak için. Boyunlarını büküp bir alakargayla halleşmezler. Gökyüzündeki bulutlar unutur insanları akıllandıkça. Aylaklığın büyük nimetini ellerinin tersiyle iter birçoğu. Mustafa olmak biraz da aylaklık etmekti galiba. Hiçbir şey yapmadan yaşamaktı. İçimden gidip yanına uzanmak geçti, vazgeçtim. Korktum. Ağacın dibindeki bir karıncadan, ağzıma girecek bir yılandan, deliyle sırt sırta vermiş uyuyor diyenlerden. Gençler, büyükleri onlara çok karışmakla suçlarlar. Büyükler de ısrarla tecrübelerini aktarmaya, anlatmaya, ders vermeye çalışırlar. Fakat en zor olan, tecrübenin aktarılması. Zamanla her şey gibi algımız da başkalaşıyor. İnsanlara, topluma, aileye ve en önemlisi de olaylara bakışımız değişiyor. İnatlarımız, hırslarımız, beklentilerimiz gibi pek çok şey yok olup gidiyor. Küçük ve dar mekânlarda; kasaba ya da köyde yaşayanlar için istese de birbirinden uzaklaşmak mümkün değil. Sakin kasabaların, köylerin yerleşikleri, şehirden uzak insanların hikâyeleri. Başka türlü sorunların insanları. Küçük yerleşim yerlerinin uyumsuz kişileri; ayrıksılar, deliler, yaşlılar, kampçılar, gelinler, kemençeci, çim adam, boşanma arifesindekiler ve diğerleri Fötr Şapkalı Mezar’da.