Ârif'in kalbi genişleyerek öyle bir mertebeye ulaşır ki içindeki şeyler de dâhil arşın yüz milyon katı genişliğinde bir şey, ârifin kalbinin köşelerinden bir köşede bulunsaydı ârif onu hissetmezdi. Çünkü yere göğe sığmadığı bildirilen Hakk'ı, ârifin kalbi istiâb etmişken ve bu ilgili kudsî hadisin işaretiyle sabit iken kalp yine de kanmamıştır. O halde Hakk'ı sığdıran ârifin kalbi Hakk'ın vasıflarından ve mahlûkatından daralmaz.
O halde ey dinleyen! İş (emr) nasıl olur. Şu halde sen varlığını bil, sen kimsin? Aslın nedir? Hakk'a nisbetin nedir? Sen neyle Hak'sın ve neyle âlemsin? Niçin mâsivâsın ve Hak'tan ayrısın? Bu ve benzeri sorularla kendi durumunu sorgula ve araştır. (İbnü'l-Arabî)
Bir can ki olgunlaşır da son mertebeyi (:müntehâyı) aşınca; artık her şeyin canı, ona itaat eder hale gelir; kuş, balık, in, cin, insan... Hepsi ona itaat ederler; çünkü o üstünlüktedir, öbürleri noksanlıktadır
Kıyamete kadar onun (:kâmil insanın) vasfını söyleyip övsem, tükenmez. Benden bu övgüye bir nihayet ve son beyit isteme. Hasılı o, beşer sûretinde esas varlığını gizleyen bir güneştir. Artık anlayıver. Doğrusunu Allah daha iyi bilir. (Mevlânâ Celâleddîn)