Batı’da din, misyonerlik ve kutsal kitaplarının ışığında Musevi-Hristiyanlığın izlerini sürmek için doğup
metodolojileri temellendirilen eskiçağ bilimlerinden olan eskiçağ tarihi, arkeoloji, antik filoloji, antropoloji gibi
ilimler İslam coğrafyalarında hemen hemen hiçbir değer bulmadı. Bu ilimleri kendi coğrafyalarında kendi
çıkarlarına hizmet ettirecek ne kültürel yapılanmalarını sağlayacak ne de olayların yorum ve açıklamalarına
uygun bir sistem ve yöntem bile geliştirilip kurulamadı.
Bu konudaki şahsımıza münhasır olan bilgisizliğimizi, kaderci, umursamaz, aldırmaz ve kayıtsız kalışımızı
ne zaman terk edeceğiz acaba? Eskiçağ biliminin bu alanlarına boş ve malayani bakmaktan ve
baktırmaktan ne zaman vaz geçip icat çıkarmaya başlayacağız? Ne zaman kendi kültür dünyamız
çerçevesinde yorumlayıp değerlendirdiğimiz bir tarih yazabileceğiz? Eskiçağ bilimleri öğrenmeye değer ve
katkı sağlayan bir bilimdir demeye ne zaman başlayacağız? Bu Batı taklitçiliğimizi ve taklitçi zihniyetimizi ne
zaman terk edeceğiz? Düşünmeye ama sadece düşünmeye ve merak etmeye ne zaman, zaman ayırıp bu
gidişata dur diyeceğiz? Eskiçağ bilimlerini kendi çıkarlarımız ve kültürümüz ışığında -geleceği sadece
kendimizin şekillendireceği biçimde- güdümsüz yapılan araştırmalarımızı kendi özgün değerlendirmelerimizi
ve yorumlarımızı katmaya ve aykırı görüşler beyan ederek “bilim ırgatlığından” kurtarmaya ne zaman
başlayacağız? Ayasofya’nın karşısına bir Sutanahmet Camii’ni yeniden en az bu mimarlık eserimiz kadar
şaheserane bir şekilde ne zaman dikebileceğiz acaba?