Bostanın kenarında duran adam, arkın içinden gelen eriği yakalayıp ağzına attı. Islanan elini yüzünde gezdirirken gözü kargadaydı. Başı ileri geri gidip gelen karga, sivri diliyle gagasının arasından ıslığı andıran ses çıkarıyordu. Adam onu seyrederken kasketini suya daldırıp başına taktı ve boynundan sızan suyun gömleğini ıslatmasına aldırmadan, ihtiyar kavağın gölgesine uzandı…
Rüzgâr yaz ortasında olduğunu unutmuş, dokunduğu yeri buz kesiyordu. Ev ahalisi uykudaydı, oysa ben bu saatte iskemleye tünemiş, titreyerek karanlığın içinde yanıp sönen ateş böceklerini seyrediyordum. Ağustos böcekleri cırlıyor, gece kuşları kesik kesik ötüyordu. Dağın balkona düşen karanlık gölgesi, geceyi tekinsiz kılsa da zerrece korkmuyordum. Sağa doğru başımı çevirsem otların içine gömülmüş mezar taşlarıyla karşılaşacağımı bildiğimden o yana bakmıyor; otların hışırtısını tarla farelerine, dalların çıtırtısını tüneyen kuşların sıçrayışlarına yoruyordum…
Ol Hikaye, Şule Köklü'nün yazdığı beş romandan sonra çıkardığı ilk öykü kitabı. Öyküler, Anadolu'nun her köşesinde karşımıza çıkabilecek canlı karakterlerin, mekânların, duyguların ve hatıraların izlerini, yazarın kaleminde öyle güzel taşıyor ki bu kalemin sesi, memleketin her köşesinden duyulabilecek bir renge bürünüyor. Tıpkı, kitaptaki Dünya Bizim Köyden İbaret Değilmiş öyküsündeki Ayşe'nin, aşktan kızaran yanakları gibi.