Sükunet!
İlla ki sükunet!
Kulakları sağır eden bütün çığlıkların ardından ya da sağır edici sessizliklerden sonra illa ki sükunet...
Yarıp geçtiği, erdiği, ya da eremediği bütün boşluklardan geçerken sesler ya da sessizlikler, sonsuz huzurun tam ortasında Elhamdülillah sükunet.
Evhamların, vesveselerin, acıların ya da çıkmazların en sonunda sükunet...
"Sükunet ya Yunus!" dedi, Hünkar. "Vallahi, Billahi Sükunet..." ses, kulaklarına fısıldayan huzurlu bir sedaydı...
Ve sonra... Ölülerden maksat mezardakiler değil, Hakk'tan habersiz yaşayanlardır, diye ilave etti ve yine tekrarladı;
Sükunetle yol al ki, yolun pak olsun, yoksa dikenlerden canın acır.
Nerden başlamak lazım sükunete? Diye sordu Yunus.
Yine o yankılanan huzurlu ses:
İki Yunus'tan birini yok et! Kendini kendinde yok et, Hakk'ı ihya et! Yunus'u yeniden doğur! Keremli zamanda, keremli kavme katıl!
Yunus'un gözlerinden üç mısra yanaklarına aktı:
Benden beni al Rabbena, senden yana sal Rabbena,
Bahşet bana hal Rabbena, rahm et şu biçare kulunu,
Koyma işimi yarına, rahm eyle şu avare kulunu,