Kur'an-ı Kerim'den sonra dinin ikinci kaynağı olma özelliğini taşıyan sünnet teorik olmaktan ziyade pratik bir nitelik arz eder. Bu anlamıyla sünnete nebevî bir hayat biçimi, bir hayat modeli demek yanlış olmaz. Çünkü Hz. Peygamber, gerek nübüvvet gerekse de beşer vasfıyla hayatı bir bütün olarak telakki etmiş; itikat, ibâdet aile, eğitim, siyâset, hukuk, ticâret ve nihayet sosyo-kültürel hayatın içerisinde bizzat aktif rol almış ve bu alanlara ilişkin örnek niteliğinde pek çok düzenlemeler gerçekleştirmiştir. Böylece sünnet, bireylerin yaşamlarına nüfuz edebilen ve onlara şekil verebilen özelliği ile Hz. Âdem'den itibaren devam edegelen haniflik anlayışına yeni bir soluk, farklı bir renk kazandırmış, sudur ve satırlarda yerleşik Kuranı hayata aktararak yaşam tarzı hüviyetinde bir medeniyet inşa etmiştir. Bu, medeniyetler havzasında isminden stayişle bahsedilen ve kendine özgü yaklaşımları olan İslâm medeniyetinden başka bir şey değildir. Özellikle içinde bulunduğumuz yüzyılda yaşanan gerçekler, sünnet tarafından ortaya konulan ve hayatı merhamet ve insan eksenli şekillendiren bu yaşam tarzına/medeniyet her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğunu da göstermektedir. Hiç şüphesiz bu tablo, sünnetin bir medeniyet modeli inşa ettiği gerçeğini tespit etmektedir. Dolayısıyla insanı ve bütün canlıları yücelten ve yaratılanı sevdiren sünnetin/hadis, sadece bir tarihî veri olarak kalmaması, hayata ve sonrasına dair bir telakki biçimi, bir duruş tarzı teşkil etmesi açısından sünnetin inşa ettiği bu medeniyetin bir bütün olarak ortaya konması, kitabın çalışma konusudur.