Elinizdeki kitap, ağırlıklı olarak Osmanlı hukuk düşüncesinin tarih idrakinden nasıl beslendiği,
tarihsel kimliği bir zemin olarak kullanırken de kanun dili ve tasnifini nasıl şekillendirdiği konusunu
ele almakta ve temelde iki meseleyi incelemektedir. Bunlar XIX. yüzyıldan günümüze aktarılan
şer', örf, cürm, günah, bid'at vs. bazı hukuk terimlerinin geçmiş yüzyıllarda (özellikle XIV-XVIII.
yüzyıllar arası) aynı anlamda kullanılıp kullanılmadığı konusu ile hukuk-ı şer'iyye veya hukuk-ı
örfiyye denildiğinde neyin kastedildiği, Osmanlı hukukunda özel hukuk - kamu hukuku ayrımını
hatırlatan uygulamaların olup olmadığı meselesidir. Roma İmparatorluğu'nda bilinen bir tasnif olan
özel-kamu ayrımının, töre ve Cengiz Yasa'sı ile şeriatı birleştiren Osmanlı geleneğinde de yaşayıp
yaşamadığı incelenirken Türk-Moğol hukukunun devletçi, fıkhın ise sivil biyografisine dikkat
çekilmiştir. Türklerde devlet, bir bakıma inancın konusudur. Bu çerçevede tanrıdan kut alan
hakanın aklı ile koyduğu yasanın, fıkhı aşmakla birlikte modern bir kavram olan seküler sahaya
girmediği ve "tanrı ile meşrulaşan akıl" sebebiyle yine inanç halkası içinde olacağı
değerlendirilmiş; Fatih'in, kanun neşrinde Türk-Moğol; muhtevada Türk-İslam ve bu muhtevanın
özel hukuk - kamu hukuku biçimindeki tasnifinde ise Roma geleneğini esas aldığı iddiası gündeme
alınmış ve tartışılmıştır.