Çin, uzun yıllar boyunca Avrupa-merkezli dünya ve tarihsel olarak, o merkeze yürüyen Türkiye için, "uzakta, setlerin ardında yaşayan ve pek de tanıdık olmayan" bir ülkeydi. Pek çokları için "çekik gözlü insanların yaşadığı, tuhaf bir mutfağa sahip, kalabalık bir ülke" olmanın ötesinde pek az şey çağrıştırmaktaydı. Ancak bugün Çin'e ilişkin "şu uzaklardaki kapalı ülke" kavrayışının artık geçerli olmadığı giderek daha iyi anlaşılmaktadır. Mao sonrası dönemde politik iradenin yol haritasının farklılaşması, ekonomik sistemin reformlar eliyle çatallanımı ve uluslararası kapitalist bağlar kurması, Çin'in etki alanını daha önce hiç olmadığı kadar genişletmiştir. Uzak Doğu'nun, etkileri itibariyle hiç de "uzak" olmayan bu reform deneyimi, ardında dikkatle incelenmesi gereken mekânsal bir iz ve pek çok toplumsal örüntü bırakmıştır. Şüphesiz bu dikkat çekici iz ve örüntüler toplamı, aynı zamanda ülkenin modernizasyon projesinin bir sonucu olan kentleşme hareketlerinde görünür olmaktadır. Öyle ki Çin'in kentleşme serüveni 35 yıl gibi kısa bir zaman içinde dünyanın ticaret merkezlerine dönüşen küçük balıkçı kasabalarının, sayıları 130 milyonun üzerine çıkmış bulunan göçmen işçilerin ve "en yüksek", "en büyük" gibi pek çok nitelemeyi tekelleyen, modern dünyanın mimarlık-mühendislik harikalarının hikâyesidir. Bu kitap, son otuz küsur yılın en dikkat çekici kentleşme deneyimini, ülkenin politik-ekonomik reform hareketleriyle ilişkisi çerçevesinde ve kuramsal bir perspektifle incelemektedir.