Neydi aşk? Heyecanı diri tutan bir arzu mu yoksa sabrı fısıldayan bir erdem mi? Ya da şair ruhlu adamın, şiir duruşlu kıza söylediği düşsel sözler mi? Kim bilir belki de öyle ‘Önce biriktirilip sonra da harcanan bir şey değildi aşk. Zira birikirken biriktirmeden harcanan, harcanırken de harcandıkça biriken bir hakikatti…’ Âşık, ‘Hayal perdesinden binlerce sözcüğün, sayısız fotoğraf ve sonsuz dalgalanmaların’ koşarak gelip gözlerinin önünde raks ettiğini görüyordu. Ve ucu yanık mektuplarla usulca gezinen seyyahların haber getirmediğini lakin gidenleri kitabelerden okurken sevgilinin adına da şiirlerde rastlayacağını artık biliyordu... Aşk bazen ‘Ruhun en çileli ergenliği oluyor, çehresi değiştirilebilirken özü değiştirilemiyordu.’ Ve âşık gidiyordu... Yalnızca başka bir düşte var olabilmek için! Yeniden aynı şeyin yaşanacağını bilse de mazide bıraktığı aşkı kederle demleyip o başlangıcı o mucizeyi yeniden bulmak ümidiyle gidiyordu...