“Dedi ki götür beni aya aya aya,” radyo son ses çalıyor, araba süratini artırıyordu. Radyo Kafa
direksiyonu sıkı sıkı tutarken, Bayan Dudak avucundaki taşı hiç bırakmadı. Araba o kadar
hızlanmıştı ki etrafa baktıklarında görebildikleri tek şey renk cümbüşü oldu. Görüntüler birbirine
karışmış, arabayı yutan gizli bir tünel oluşturmuştu. Bu kez korkusuzca atmosfer katmanlarını
geçtiler. Gökdelenlerin arasından süzülerek parktaki bir ağacın hemen yanına sert bir iniş
yaptılar. Radyo Kafa ağaca çarpmamak için direksiyonu kırarken Bayan Dudak kahkahayı
patlattı. İkisinin de saçları rüzgârda karışmış, gözlerindeki şaşkın ifade yerini tuhaf bir parıltıya
bırakmıştı. Son derece klasik bu yaz gününde Impala, Bayan Dudak’ın işaretini takip ederek,
New York sokaklarında son bir tur attıktan sonra sinemanın kapısında durdu.
Dünyayla kim baş edebilmiş! Aya da gitsen yerküreyi yanında taşıyorsun. Mağara duvarlarına
çizilen resimler zamanla değişerek insan hâllerinin yeni akisleri oluyor. Acıkan ve aç bırakan,
seven ve nefret eden, avlayan ve avlanan, imar eden ve yıkan bir varlık insan. Kendi başının
ağırlığını taşıyamazken yüz başlı dünyanın yükünü omuzlamış. Bir belayla baş etse diğer bela
hiç ummadığı yerden başını çıkarıyor. Eski lunaparklarda başlarına tokmakla vurdukça yeni bir
delikten hızla başını çıkaran oyuncak kunduzları hatırlatıyor mücadelesi. Zeynep Emirdağ, ironi
merdivenini kâh dağın zirvesine yaslıyor, kâh ayın pütürlü yüzeyine. Kurgunun imkânlarını
insanı tanımak için seferber kılıyor. Gülümseten öyküleriyle “uzun yola çıkmaya hüküm giymiş”
insana nefes molaları armağan ediyor.